14 Aralık 2013 Cumartesi

KADIN



Kadın der ya, "sert olmalı erkek, yeri geldi mi elini masaya vurmalı" falan diye. Her şeye kadın karar verir aslında. Farketmeden bu kararları uygular erkek. Bu dünyada aslında saçma olan her şeyi kadın için yapar erkek. Sadece şunu düşün; eğer kadınlar olmasaydı hangi aklı başında erkek pazar sabahı erkenden kalkıp gidip Agop'ta kaymak yemek için sıraya girerdi Beşiktaş'ta.. Ey erkek! Kim seni o saatte uyandırabilirdi duygusal hezeyanlarda kaybol diye. Kadın olmasa latte diye bir şey olur muydu erkeğin hayatında? Erkenden yağmur yağdığında "yürüsek mi yağmur altında" diyen kaç erkek olurdu? Siz zannediyor musunuz ki erkek o yağmurda yürümekten zevk alıyor. Hayır, kadın seviyor diye her şey. O romantik, duygusal noktalarına hitap etmek için, tribüne oynamak için herşey.

Hiç oturduğun yerden ziv ziv yapma bana, ben senin sevgiline, kız arkadaşına söyleyemediğin yanınım. Oku geç. İçinden bir gıdım yağ erisin, sonra dön kız arkadaşına de ki; "ya saçmalamış Volkan işte, olur mu öyle şey"..

Sonra kız başka yere bakarken bana dön göz kırp, biz birbirimizi anlarız.

Kadınlar çiçektir.

27 Ekim 2013 Pazar

ne güzel aşklar yaşıyorsunuz

İnsanlar ne güzel aşklar yaşıyorlar yav. İlk günlerde sadece birbirlerini düşünüyorlar, ayrılınca da birbirlerine ait kalıyorlar bir süre. Kafalarında o şiddeti yaşıyorlar. Bir yalnızlık arayışına giriyorlar. Sonra toparlanıyorlar. "vay be" diyorlar, hatırladıklarında tebessüm ediyorlar. Birinin hayatında esaslı yer etmek böyle... Varken de yokken de. Sonra ayrılıktan da uzaklaşıp ayağının üstünde dururken kişi; "yalnızım" diyor ama aslında kırıntıyı getiriyor geçmişinden, farkında değil. Sonra başkalarının hayatını piç ediyor. İşte o yüzden geçmişinden kırıntı getiren insandan hep çekinirim ben. O kırıntıları kendi göremez; sen görüp dikkat etmelisin, sadece kendin için, kendi akıl sağlığın için. O dengesizlik görüp görebileceğin en büyük dengesizlik çünkü... "Niye ya, neden böyle oldu ya?" diye boşu boşuna sorgulama. Masallarda bile anlatmış adam, "kırıntıyı takip et". Unutma, o der öyle "unuttum, bitti gitti" diye. Ona inanma, belki doğru, belki yanlış; sen tespit et.

İşte sırf bu yüzden geçmişinden kırıntı getiren insandan hep çekinirim bi...

Çok da acayip kıskanırım o vaktiyle yaşadığı şeyi. Belli ki birini düşünmüş gece gündüz, kafasını onun omzuna koyup neler neler konuşmuşlar saatlerce, tatillere çıkmışlar beraber, kız yanda güneş gözlüğü takmış, benzinciden yolda aç kalmasın diye sandviç falan almış herif, çok güzel bir cd dinlemişler yolda, ortak arkadaşlarla nelere nelere gülmüşler.

Çok güzel aşklar yaşıyor insanlar, senelere yayıyorlar falan, heyecanlanıyorlar birbirleri için, sonra ayrıldıklarında bile gelgit zamanlarının "gel" kısımlarında bunalıyorlar yine birbirleri için.

İşte bu yüzden; altını çize çize... Geçmişinden kırıntı taşıyan insandan uzak duracaksın. Zamanına yazık. Ulu ortaysa kırıntısı, zaten kaç ama halı altına sakladıysa da bul, tespit et. Kapı da solda bir yerde zaten. Aç, çık, arkandan da kapat.

14 Ekim 2013 Pazartesi

YAKIŞMIYOR


Nicedir aklımı huzursuz eden bir konu. Bu günümüzde kadınların biraz fazla küfür etme durumu. Özellikle nesil olarak daha bir seksen ortası ve sonları, doksan başları gibi doğan hanımlarımızın ağzında dolanan küfürler. 

Yeri geldiğinde ağızdan okkalı çıkan küfür gibisi yok. Hadi o bile tartışılır ama çok güzel örnekleri geliyor bazen... Hayat öyle bir orta yapıyor ki, karşındaki öyle bir kesiyor ki sana topu onun gelişine enfes bir küfür ediveriyorsun, cuk diye oturuyor. 

Gel gör ki;

kadına ya kış mıı yoor. Olmuyor kardeşim bende, zorla mı? Ben bir itiliyorum, bir iğreti geliyor kadının üstünde küfür. Küfür derken de özellikle son zamanlarda bayağı bir coşturulan "amk" küfrü. Biliyorum, yazım gitgide FRP'yi hayatında duymamış 60 yaşında bir köşe yazarının gençlerin bilgisayar oyunlarıyla ilişkisini anlattığı bir yazıya dönüşüyor. O kıvraklığı katamıyorum içine, belki de minik bir öğretmen kimliği düşüyor fikirlerime...

Neyse ne, şöyle bir yapmacıklık kastettiğim, sağa sola bakıyorum, gencecik hatunlar, nasıl güzeller, nasıl tatlılar, bıcır bıcır konuşuyorlar, sonra espriyi patlatacakken, konuyu bağlayacakken "ya bi amk senin ya, bi s.ktr git ya"yı yapıştırıveriyor cümlenin sonuna. Twit atarken, muhabbet ederken. 

Hayır ne biliyor musun? Söylerken tonu da tutmuyor. Sesin renginde, küfrün tonunda bile bir oturmamışlık var. Asıl biraz da itici duran bu. Test var ya bir tane; üçgen şeklindeki deliğe üçgen sokmaya çalışıyorsun; kadının küfrü o üçgene inatla dikdörtgen sokmaya çalışmak gibi. 

Burada yine "kadın"a karşıymışım gibi bir yanlış algı olmasın her zamanki yanlış algılara paralel. Burada aslında kadının naifliği, hanımefendiliği ve farklılığı, o parlaklığı gözüme çarpan ve yitmesin istediğim.

İnanın kızlar; kallavi bir "amk" patlatıyorsunuz ya cümlelerinize, vallahi yakışmıyor, billahi yakışmıyor. Öyle büyük bir yanlış ki, çevrenizdeki herkes yapıyor diye ortaklaşa doğru geliyor içinde bulunduğunuz alanda. Yok, yav cidden vazgeçin. Erkeğe bile yakışmaması gerekirken hadi biz bununla evrildik, bizde noktalama işareti, sizde hiç olmuyor. Yapıştırma duruyor, ekleme duruyor. 

Hele hele erkeklerin "üfff ne kafa kız, ahahah tavra bak, küfretti vahooy zahoooy" yanılgılarına hiç kapılmayın. Tabi ki tabii ki siz erkek öyle dedi, düşündü diye küfretmiyorsunuz, saptırmayalım konuyu ama ufak bir ayrıntı olarak o yanılgıya da düşmeyin diye ekledim son satırları.

Özet; küfür aslında iyi evrilirse çok güzel bir olgu, çok ucu açık bir komedi, dram boyutu. Lâkin sahte bir makyaja bulanmış gibi durduğunda irite etmenin en kolay yollarından biri...


Ana fikir; etme annem.

13 Ekim 2013 Pazar

sen sev yeter

Kadın milleti bazen erkeğe sorar; "benden beklentin ne?" diye. Erkek der ki "sev yeter". Kadın bir coşar, karmaşıklaştırmak için; der ki; "sevmekse tek beklentin, herhangi bir kadın da sevebilir seni, nedir yani bu mu?"

Evet, budur kardeşim bazen sadece. Kadının bu noktada kendi bulunduğu konumu klişe görmesi, "ee herkes sever, nedir ki yani?" demesi basitliğinde işlemez erkeğin kafasında olay. 

Erkek için kadına "sen sev yeter" demek çok güçlü bir cümledir. Kafasında kendisini sevmesini istediği kadına güvenmektir bu, zaten kendince şu gerçekliğe varmıştır erkek, "sen sev yeter"in altına eklediği;

"Sen zaten o kadar özelsin ki, 'sen' beni sevdiğin zaman zaten mükemmel seveceksin beni. Aldatmayacaksın, yanımda olacaksın, belli ki arkadaşlarımla iyi anlaşacaksın, bensizken dostlarımla sohbet edeceksin, onların seni aramayı isteyeceği kadar özel bir insan olacaksın, abidik gubidik yaptığın şeyler bile belirli bir eşiği geçmeyecek, ortak zevklerimizden çok büyük keyif alırken ayrı zevklerimiz ilişkimize güç katacak, beni anlayacaksın, ben seni anlayacağım, o kadar çok güveneceğim ki sana, sana birileri asıldığı zaman bu benim için tatlı bir kıskançlıktan önce karşılıklı seninle makarasını yapabileceğimiz bir konu olacak... ve daha bir sürü şey"

İşte bazen sırf bu yüzden erkek "sen sev yeter" der, tek beklentisi budur.

Taam mı?

27 Ağustos 2013 Salı

Başak Burcu

...

Hayatım başak olmuş, ben yazmayayım da kim yazsın. Kimse alınmasın gücenmesin. "hee hee" deyip geçersiniz en kötü.

Eylül civarındayız. Başak ayındayız. Etraf başak dolu. Herkesin hayatından bir başak geçmiştir. En az bir tane.. Çok zordur başak, kolay geçinilir gözükür, cidden anlayışlıdırlar ama çok zordur onlarla geçinmesi. Neden?

Buradan sonrası artı 18. Küfürsüz ama...

Önce başak burcu kadını;

Başak'ın her sene hayattan ve senden beklentisi yükselir; çünkü başak burcu kadını dünyayı kurtaracak şekilde çalışır. Eğer o çalışıyorsa Levent'te bir plazanın dördüncü katında, dünya; onun masasından kurtarılacaktır. Haliyle başak kadını işkolikliği inanılmaz bir boyuttadır. CEO olmuş bir başak kadını Avustralya'yı da almış bir Büyük İskender'e eşittir mesela. Başkalarına karşı üstünlük kurmak adına kazanılmış bir egoizm içermez bu başarı hissi. Hayata bakış açısı ve kendisiyle alakalı bir ego'dur. Bir hedeftir bu. Kendisinin bile seçtiği bir hedef değildir. Doğduğunda kodlanır. Sıralaması; "oku, büyü, büyürken hep oku, uzun süreçli ilişkiye kas, adamı bunalt, oku, çalış, çalış, oku, çalış, çalış, bi bak o ara CEO olabiliyor musun, olamadın, boşver olacaksın nasılsa, yine çalış, arada yine bir şey yüksek lisansı bitir, adamı da bitir, çalış, evlen, doğur, çocuk engel değil, en özel günlerde de iş konuş, çocuk büyüsün, yine çalış" şeklindedir.

Bu kodlama esasıyla yaşayan başak kadınına karşı ne yapabilirsin? Bir kere bir başak kadınına aşık olduysan, ya da bir başak kadınıyla birlikte bir ilişkiye girişmek istiyorsan 9-5 tadında çalışma sisteminin bir üyesi olmalısın. Toplantılara falan girmelisin. O toplantılar esnasında ona mesajlar atmamalısın. Eve gittiğinde iletişime geçmelisin. İşyeri bir "sanctuary" tadındadır, "temple" tadındadır; tapınaktır. Yani eskiden tapınakların olduğu zamanları düşün; tapınakta ne tip bir saygı sistemiyle yaşıyorsan günümüzde de iş yerleri buna karşılık gelmektedir. Bu minvalde bir duruş sergilemezsen şu atasözünün içersinde yer alırsın; "tavukla tartışan solucan yanılır".

Her kadın bunu ister ama başak kadınına karşın mutlaka fikir dolu bir adam olmalısın. Asla onun sevdiği şeyleri sırf ona yalakalık olsun diye seviyor gözükme; tarihin bir noktasında başak kadını bunu anlar. O zaman bitersin. Başak'ın en büyük derdi sana saygı duymaktır. Sevgi ikinci sırada gelir. Sever, zahoy zahoy diye sever şu bu ama sevgiden önce saygı duymayı ister.

Maddiyatı sever ama maddiyatçı değildir. Olmamasını dert eder fakat "olsuuun, çok olsuuun" diye kudurmaz; çünkü zaten çok çalışkandır, o er ya da geç güzel bir standardı tutturacaktır. Önemli olan senin ne yaptığın. Bir kira ödemesi, bir kredi kartı ödemesi, bir borç ödemesi kaçırdığın vakit yanında sana destek olur fakat ikinci bir yerlerde kaçarsa... eyvah! Parayı dert etmek değildir o anda onun kafasındaki, senin şu hayattaki duruşun, sorumluluk anlayışındır ona batan o noktada.

Bir başak kadınıyla evlilik düşünüyorsan asla hayalindeki evde oturamama tehlikesiyle karşı karşıya kalırsın. Yani, "hayal"den kasıt burada, içini hayalindeki gibi döşemeye çalışacağın bir ev olmaz. Ha, tabi sen onun kafasındaysan en güzel kadın burcudur Başak... fakat Başak kadınının sanatsal bir gelişimi vardır. Çok farklı, güzel ve eşsiz zevklere sahiptir. Çok basit bir örnek vereyim; eve poster asmak istersin; onun sınırı "Şarküteri" filminden başlar, bak Amelie de değil, Şarküteri'den başlar ve üstüne koyarak gider; sen "ya şu odaya Bruce Lee posteri assam, Enter The Dragon'dan" falan diye güzel sebeplere dayandırarak anlatsan bile astırmaz; çünkü "Bruce Lee posteri mi ah ah ah" diye düşünür içinden, dışından da "gerek yok bence" tarzı bir yaklaşıma taşır olayı. Renk seçimleri, uçuk kaçık fikirler, çizgi romanlar, hollywood filmleri, renkli tişörtler; sayabileceğim onlarca şey, bunlara karşı bir duruşu vardır. Sevmez; açıklayamazsın, "çocukça" diyebileceği onlarca şey vardır. Eğer bu "çocukça"larda ısrar edersen bu onun kafasında sana dair oluşturduğu "olgunluk" başlığında tıkır tıkır puanlar eksiltir.

Örnek; "aşkım o animasyon"... Başak'tan gelecek olası karşılık; "çizgi film işte"

O yüzden de başak kadını o kafa yapısındaysan müthiş geçineceğin bir kadındır. O kafa yapısında değilsen olmaz. Başak kadını bir ilişkiye girerken 239428482428 tane şeyi düşünür ve risklerini ona göre alır, sen mantarladıkça o seni uyarır, yavaşça uyarır, usulca uyarır, sen onun hata gördüğü şeyleri düzeltmezsen o kafasında bir karar verir. Asla değiştiremezsin o kararı. Anca onun standartlarına yakın şeyler yaparsan o kararı değiştirir; çünkü maalesef başak kadını bunu inkar etse bile onun bir konuyla ilgili tek doğrusu vardır. Senin doğrun ya da dünyanın kalanının doğrusu önemli değildir, o doğruya veya o doğruya yakın şeyleri yapmazsan, ne yaparsan yap bu "yanlış"tır. Sadece onun doğrusu. Sana çok anlayışlı gözükür, anlayışlı da olmaya çalışır ama ı ıh, mutlaka onun doğrusu doğrudur.

Müthiş bağlıdır başak kadını; eğer bir şekilde bir başak kadınıyla ilişkiye başladıysan seni aldatma oranı yerlerde sürünür, sıfırlarda gezer, bağlıdır. Sonuna kadar bağlı kalır. Ayrılık öncesi aranız çok kötüyse ve uzun sürse bile ilişkiye bağlıdır... ama tabi kişisel alma bunu; onun saygı dolu duruşundan kaynaklıdır bu. Sana saygı duymak ister ki buna kötü bir şey demiyoruz zaten; ki kendisi de çok saygılıdır. Yanında başak kadını varsa duruşundan endamına, konuşmasından tavırlarına çevrendeki herkese karşı gurur kaynağın gibi olur. Çok mutlu olursun varlığından. Arada "iş kadını gıcıklığı duruşu" sergiler ama içi iyidir, o yüzden kafanda tolare edersin bunu.

ve komedi anlayışı. Her insan yanında güleceği, eğleneceği bir insan ister. Başak kadınında durum şöyledir. O istediği zaman gülersiniz beraber. Bir esprinin ve getirisi olan muhabbetin ne zaman biteceğine o karar verir, sen değil. Sen bu kararı verebiliyorsan zaten o ilişki başak kadını için olağanüstü bir ilişkidir.

Bitirmek gerekirse; başak kadını kedi gibidir. Pençeleri vardır ama sana batırmadan sever. Sen onun pençeleri olduğunu bilirsin ama... ve kedi gibidir yine; kediler gibi, anca onlar istediğinde onları sevebilirsin.

...çok çok güzeldir başak, güzel olmayan başak kadını yoktur. Hepsinin kendisine has bir çekiciliği ve güzelliği vardır. O yüzden bu içinde bulunduğumuz başak doğumluların olduğu bu eylül ayında Allah hepimizi başak kadını duruşundan, karizmasından ve titizliğinden, ayrıntıcılığından korusun.

"o suyu kapat" cümlesini her burç başka söyler, başak bir başka söyler.

Not: Aa başak erkeğini şey etmedik... Tek kelimeyle; "aman". Asla ikinci bir başak erkeğini hayatınıza sokmayın, eğer tekiyle yaşadıysanız.


Saygılarımla,

Bir oğlak...

16 Temmuz 2013 Salı

MAN OF STEEL


Demir Adam, Çelik Adam. Metal Adam…

Güzel Adam. Allah’ı var, çok doğru seçim. Hakkında dedikodular da var, meraklısına…

   Doğru süpermen’dir kendisi. Cristopher Reeves’ten bile çok, “utanarak” söylüyorum daha iyi bir süpermen’dir kendisi belki de. Tamam eskiye saygımız çok büyük fakat Henry Cavill çok doğru bir Man of Steel.

   Hele hele bundan önceki süper kardeşimizin o “yeğenime nazar değmesin” tarzında üflermiş gibi ağzından soğuk nefesini çıkarması, gözlerinin kırmızısının afacan bir çocuğun çipil çipil bakmasından öteye gitmemesi ve bunun gibi onlarca şeyi düşündükçe, hoş geldin yeni Süpermen.

    Bunların hepsi bir yana, nedense devamlı olarak dünyanın en büyük süper gücünün filmlerinde ana düşman olarak Lex Luthor’un karşı karakter olarak gösterilmesinden bıkan biri olarak Man of Steel tam layıkıyla bir “ilaç gibi geldi” durumu yaratıyor bünyemde…

   Tamam, Lex Luthor kağıt üzerinde en büyük düşman ama kardeşim sen Süpermen çekiyorsun Süpermen. Görsele boğacaksın beni, düşmana boğacaksın beni. (Dip Not, ps falan: Bu yeni filmde Süpermen, General Zod ile kavga ederken fırlattığı tır mı kamyon mu ne, onlardan birinin üstüne Luthor Corps yazıyor, umarım sonraki filmde büyük bir hataya imza atmazlar)… O kofti Tobey Maguire’ın bile düşmanları adam gibiydi Örümcek Adam serilerinde. Süpermen’in de artık karşısına kriptonu bulmuş da çok sürmüş bir Lex Luthor çıkarma. Ben bunu istemiyorum artık… ki yapımcılar da bu kafa yapısında bunun bir hata olduğunu anlamış olacaklar ki Man of Steel’de doğru yolu buldular. Karısında General Zod var. Hem de ne Zod.

   Zod’luk daha en başında başlıyor filmde. Resmen şunu hissettirdiler bana, demiş ki yapımcılar; “çok farklı olsun bu sefer iş”… demişler ve filmin ilk 20-30 dakikalık bölümünü Kripton gezegenine harcamışlar. Avatar görselliğiyle yarışacak boyutta bir şov yapmışlar hem de… O kadar şaşırttı ki beni, sahnelerin bitmek bilmemesi resmen kafa yapımı başka bir boyuta taşıdı. Helâl olsun dedirtti.

   Sonra… Dünya. Bir filmin en kısa zamanda en çok şeyi anlatma yöntemlerinden birisi olan “flashback” oyunları. Güzel güzel bağlanan parçalar… fakat aklımda hep dönen aynı soru; “acaba Nolan’ın parmağının olması Batman’deki kaotik havayı yaratacak mı bu filmde”. Acaba biz yine Süpermen’i kişisel buhranlarıyla mücadele eden karamsara yakın bir kahraman olarak mı izleyeceğiz. Tamam özünde razıyım ama ben Süpermen istiyorum kardeşim. Joker’in daha ağır bastığı ve onun karizması altında ezilen bir Batman değil, ya da Batman’e yakışan ama Süpermen’e yakışmayacak olan bir karanlığın içinde bunalan bir Çelik Adam değil. Tamam, “erkek istiyorum” gibi bir yere gidiyor muhabbet, o da değil… bir sonraki paragraf rahatlatacak beni…

   Ama korktuğum gibi olmadı. “ama” ile cümleye başlanmaz ama olmadı. Süpermen kişisel bunalımlarını yaşadı, kişiliği oturdu ama aksiyon sahnesi geldiğinde yönetmen bana resmen şunu dedi; “okey, buraya kadar psikolojikti fakat şimdi sana öyle bir 15 dakika vereceğim ki kafayı yiyeceksin”.. ve benim gibi yoz’undan tut, kaliteli sinema izleyicisine bile öyle bir aksiyon sahnesi verdi ki nutkum tutuldu. Sonra bir tane daha ve en son bir tane daha…

Bayılmışım…

6 Temmuz 2013 Cumartesi

101 15


Cehaletle karışık;

Bu ehliyet niye yenileniyor ki? Konuyla ilgili bilgisizliğim = Metrobüsler neden mutlaka ama mutlaka Zincirlikuyu'da aktarma yapmak zorunda? sorumla aynıdır. Kendilerince bir sebepleri vardır ama dışarıdan bakan kişi olarak bana anlamsız geliyor. Düz devam et işte, indireceğini de Zincirlikuyu'da indir yine. İnen insin. Eskiden kimi dururdu, son duraktı, isteyen aktarma yapıp devam ederdi, kimisi de direkt durup devam ederdi aktarmasız. Şimdi her metrobüs gelirken de giderken de Zincirlikuyu'da durmalı. Niye yav niye niye? Ha, bilmediğim bir şeyse tamam, "haaaa eyvallah taam taam" diyeceğim bir cevabı varsa sorumun amenna.

Ehliyet de öyle, niye ki? Yenilenmesini geçtim, tamam vardır sebepleri fakat 101 ne? Hadi 101'den 15'e düştün tamam, kendilerince "haaa bak şöyle adam gibi" diyeceğimiz bir hareket yaptılar.

Gel gör ki, gene saçma. İlk verdikleri fiyat 15 olsaydı millet yine itiraz ederdi. Üstümüzde kurulan baskıya bak, 101'den 15'e düştü diye seviniyoruz neredeyse. İşte, balon etki tam bu. Zaten adamların senelerdir en iyi becerdiği şey bu. Dolaylı yoldan sana başardın hissini ara sıra vermek.

"Tepkiler geldi 15 lira'ya düştü". 15 lira da saçma kardeşim, niye böyle bir şeye para veriyoruz, niye? Bu son iki cümlem yarım da cehalet dolu, belki bir sebebi vardır, bu son içinde olduğumuz paragrafın çok da arkasında durmuyorum ama haklıysam kızlı erkekli her ortamda müthiş çıkışlarla yüksek ses tonuyla da savunurum artist gibi yine onu söyleyeyim baştan.

Fakaaaat, kim ne derse desin en güzel önyargımla yüzde yüz emin olduğum bir şey var ki, o da şudur; zaten kafalarındaki fiyat 15-20 lira'ydı, baştan oltaladılar 101 lira diye, tepkiyle 15'e çekip bizi kendi içimizde tepki verip başarıya ulaşan kişiler gibi gösterdiler. Yoksa ilk etapta 101'in tutacağına dair kendilerinin de bir inancı yoktu; çünkü onlar da biliyor ki, artık 15 lira derseler, biz ona da itiraz ederdik; bu sefer de 1 Lira'ya çektirirdik. O zaman da yine en güzel yargımla düşünürdüm ki, "zaten kafalarındaki fiyat 1 lira'ydı".

Paranoyak yaptınız ya beni. Beni ortalama bir mutlulukla bir vatandaş olarak yaşatmanız gerekiyorken, paranoyaklaştırdınız.

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Bazen

Bazı anlar oluyor. O anlarda hareket etmezsen, söylemezsen her şey için çok geç kalınıyor. Bir bakıyorsun, elinden avucundan kayıp gitmiş. O an hareket etsen belki gene olmayacak ama o an, tam o an hareket etmezsen hep içinde kalacak. Seneler sonra hatırlayacaksın, "lan" diyeceksin, "keşke bi dönseydi dilim, iki kelam etseydim". İşte o yüzden, insanın içine doğar o an. Doğduğu zaman hemen sen sar kundağa o anı, sakın kaçırma. Tutulmasın dilin. Saçmala gerekiyorsa o an. Adını, sanını, bir şeyini bilmeden öğrenmeden uzaklaşma o noktadan.

"Kaderde varsa olur zaten" deme. Kader bile o kadar zorlanmayı sevmez.

Entel Faşist

Entel Faşist

Bir tehlike de bu... Küt diye girdim lâfa ama bu biraz da başlıkta bahsi geçenlerin tavrı.

Çevremizde o kadar çok insan var ki, tepki verdiğimiz. Kimisi karşıt düşüncemizde. Kimisi bizim düşüncemizde. Nicedir karşıt düşüncelere karşı bir şeyler yapmaya çalıştığımızdan; kendimizi ifade etmek için uğraştığımızdan aslında beri tarafta bize yakın duran entel faşistleri de gözden kaçırmışız ince ince. Kaçırmamamız lâzım. Bireysel akıl sağlığımız için bu entel faşistlerin de baskın tutumuna karşı da bir duruş, bir sakinlik katsayısı geliştirmemiz gerek.

O kadar çok ki, "hayır, bak şu şöyle" diyerek sadece kendi fikrinin doğruluğunu savunan. Bunda da sıkıntı yok, alışık olduğumuz bir şey bu. "Benim dışımda, benim aleyhimde, benden öte olan her şey yanlıştır" psikolojisi ve bu psikolojinin dayatıcısı kişilere zaten çok alışığız karşıdan karşıdan.

Fakaaat, bizim taraflarda gibi olup da sadece tek okuyan kendileriymiş gibi olan kitle. Karşı taraftaki faşist bakış açısı ne kadar tersse ve benim için daha siyasal bir tehlike arz ediyorsa, bu tarafın entel faşistliğiyse bir o kadar sinir bozucu.

Kadın haklarından, siyasete, günlük yaşamdan, özel yaşantıya her türlü doğruya sadece kendileri vakıfmış gibi davranan, okuyan evet okuyan ama ne idüğü belirsiz bir şekilde kendince öğretmen rolüne bürünen, bu rolü de üstünde taşıyamayan bir entel kitlesi. Üsluplarındaki o "ben bilirim, sen de dikkat et bak o konuya, o tabiri kullanıyorsun ama o yanlış, şu şöyle, bu böyle" cümleleri okurken burada normal gözükse de ah o dile geliş anlarında o kadar itici ki...

Yani, kısacası; zaten yeterince dert varken bir de kendimize yakın gördüğümüz entel faşistlerle de uğraşıp ekstradan sinirlenmeyelim be yav. Belki de dert arsızıyız, belki de; "yetmez ama..." . Yok yav, yeter yeter, var yeterince derdimiz.

Entel faşist; fikrini sun gene, sunmandan yana bir sorun olduğunu kimse iddia edemez ama ben de okuyorum yav, benim de kitaplarım var, benim de internet'im var, benim de bir geçmişim, kendimce iyi kötü bir kültürel yapım var; ne olur biraz daha geniş gör. Tamam sen de haklısın da, hak hukuk her zaman tek seçenekte tek doğru halinde toplanmıyor.